Sevgili Denizhaber.Com okurları, Merhaba;
Ben Okay Okyıldız, ticari gemilerde baş makinist olarak çalışan eski bir denizciyim, gezdiğim yerlerden, yaşadıklarımdan ve okuduklarımdan etkilenerek kendime oluşturduğum bir arşivim var bu aşivden faydalanarak değişik konularda yazılar yazıyorum.
Yazılarımı siz DenizHaber okurları ile düzenli aralıklarla paylaşacağım. İlk yazım "Daha..." Başlığını taşıyor, beğenilerinize sunuyorum.
DAHA...
Yaşamın içinde her şey var; kitap, cadde, mısırcı, odun, ev, kapıcı, alışveriş merkezi, iş, fotoğraflar, müzik, genel ev, çadır, deniz, kadın, fırın, araba, kâğıt, leblebi, fabrika, eldiven, mum, koşmak, tabak, çiçek Saymakla bitmez sayamadıklarımız dâhil ne kadar çok nesneyle özneyle ve fiille ilişkimiz var.
Biberdeki acının en iyisini tatmak için daha çok öderiz, baklavacıda tatlı için yaparız aynı eylemi, tat vereni de seviyoruz canımızı acıtanı da, ikisinin arasındaki ortak nokta en olmaları, bizim en imiz olmalı en iyisine sahip olmalıyız
Yazın sıcağından bunalıp suyun altına gireriz, kış soğuktur dayanamayıp sıcak yer ararız, kar kışın en idir yağdığı zaman sokağa oynamaya çıkarız, kar suyunda ıslanmak yağmur suyundan farklı gelir bize.
Kapıcımıza efendi diye seslenir patronumuza ise efendim deriz, aralarındaki fak ceplerindeki para miktarından başka bir şey değil özüne inersek,
Bizi insan yapan, biz yapan nedir, iyi yapan nedir:
Yalan konuşmamak mı? Terbiyemiz mi, işimiz, paramız, kılık kıyafetimiz mi? Birine iyi demek için neyi görmeliyiz onda...
Aslı nedir iyi olmanın gerçek nedir, iyi hissetmek mi önemli iyi görünmek mi, iyi görünemeyen biri iyi hissedebilir mi ya da iyi görünmek için çabalayıp kendini iyi hissedemeyen kişi nedir?
Aslı şudur kötü yoktur evet kötü yoktur olan her şey iyidir bazen kiminin iyi hissetmesi başka birinin iyi hissedememesine yol açar ve o an iyiyi hissedemeyen için iyi hisseden onun kötüsüdür ki bu insan ilişkileri için geçerlidir toplumsal değildir.
Uzun bir hayat yaşadığımızı sanıyoruz fakat zaten üçte biri uykuda geçiyor, kalanın yarısı da iş hayatında geçiyor, geriye kalan süreyi yaşamınıza böldüğünüzde kendiniz için ne kadar yaşadığınızı görürsünüz, tüm bu süreyi iyi hissederek geçirmek için uğraşır dururuz, kötü hissettiğimiz birçok zamanını da kalan zamandan çıkartırsak acaba günde iyi hissettiğimiz kaç dakika geçirmişizdir. Uğraşmayın ben Türkiye şartlarında doğmuş ve 60 yıl yaşamış bir kişinin hesabını yaptım, kırsalda yaşamış biri benim kriterlerime göre günde en fazla bir saat ( ortalama) büyük şehirde yaşamış biri bunun üçte biri kadar bir zaman iyi hissederek yaşamını sonlandırmış oluyor.
En çok haz aldığımız sevişme duygumuz bile bu hesabın içinde yok olup gidiyor, sanki hiç yaşanmamış anlarımız gibi kaybolup eriyor, bu matematiksel sonuç.
Dünyaya geldiğimiz de bir amacımız yokken sonra büyüdükçe kendimize amaçlar ediniyoruz daha giriyor içimize evet daha en daha ya kadar uzanıyoruz, daha güçlü olmak daha zengin olmak daha sağlıklı olmak daha uzun sevişebilmek, daha çekici olmak daha iyi kokmak, nedir bu daha bana açılımı şu gibi geliyor (ondan daha) kim bu o, bu özne bizi kaç parçaya bölüyor tanıdık tanımadık herkes egolarımız sayesinde o oluyor.
Kokmayı inceleyelim çok iyi kokan iki parfümün ucuz olanını değil de pahalı olanını almak isteriz daha fazla ödediğimizde daha iyi hissederiz, asıl gerçek pahalı olanını herkes alamaz düşüncesi olmasın, yada ben daha zenginim duruşu, emin olun herkes böyle düşünüyor. Ben üretici olsam en çok kazandıran malımı en pahalı fiyatla satmazmıyım? Biri çıkmış ben ucuz mal alacak kadar zengin değilim demiş birileri de bunu kazık yemenin mantıklı açıklaması olarak sokmuş hayatına, üreticiye en çok kazandıran en ucuza aldığı ham maddeden ürettiği değimlidir, işçilik giderler derken önümüze gelir, maddenin içeriğini okumadan fiyatına bakarak aldıklarımızla yine içeriğini bilmeden yüksek fiyatıyla övünerek dostlarımıza gösteririz alışverişimizi karşımızdaki eleştirse cevabımız hazırdır; bu daha iyisi
Dahalar hiç bitmez bizim için, en önemlisidir daha, dahası az olanın kusurlu olduğu bir dünyadayız...
Ufacık bir çocuğa küçücük yaşında yüklemeye başlarız dahayı hatta ona yalanlarla yükleriz gerçek dahayı öğrendiğinde vazgeçilmezi olur bakın şöyle ; çocuk bir oyuncak için tutturur ağlamayı kesmez paranız azdır o da en pahalısını istemiştir, bu daha iyisi diye kandırmanın yolunu seçersiniz çocuk ikna olur, olmasa da yalan daha ile tanışmıştır, ileriki yıllarda artık anne ve babasının yalan daha larına kanmaz hayır siz bilmiyorsunuz daha iyi olanı bu der , artık geçek daha hayatına girmiştir...
Birilerinin tavsiyeleriyle ayakta dururuz nasıl mı: okuduğumuz kitaptan dersler çıkartırız, uzak yakın çevremizdeki gelişenlerden örnekler alır iyiyi kötüyü değerlendiririz, kitabı yazan bizden akıllı değildir sadece deneyiminin farkındadır, kuralları koyanlar ortak aklın gereğini yapmaya çalışır, kanunlar toplumun eşit özgür iyi yaşaması için yapılır, birileri bu kitabı ezbere bildiği için ceza verir, birileri de bu kitabı ezbere bildiği için az ceza verdirmeye çalışır, peki cezayı bekleyen ne yapar, kitap ezberlememişliğinin durumunu yaşar, hakim bir doktoru verdiği kararla asabilir yada doktor bir hakimi ameliyathanede masada bırakabilir bunların ikisi de okumuş adamlar, peki bir taksici ikisine ne yapabilir; kırmızı ışıkta geçerse kaza yapabilir ve üçü de ölebilir, arada ne fark var düşünelim; hakim doktoru asmış olsa kendi hayatta kalır, doktor hakimi masada bıraksa aynı durum, fakat taksicinin işi şansına bağlı, meslekler arasında buna benzer farklılıkların olduğu örnekleri çoğaltabiliriz, ben şunu merak ediyorum adliyede hakimin karşısında ayağa kalkan bir doktor ve taksici, sonrasında kendi hastanesinde hakimi ve taksiciyi ayakta tutabilen bir doktor var ortada, her iki adam taksiye binerken neden taksici onlara kapı açar, taksinin içi de taksicinin makamı ise, taksiciye bağlı değimlidir ikisinin de yaşamı, neden taksicinin kapısını onlar açmaz önce taksici koltuğuna oturmaz, taksici de doktora ödemiştir hatta verdiği vergilerle hakimin maaşını da ödemiştir konu para değilse ne? Cevap şu onlar daha …… Boşluğa siz yazın ve bana mail atın...
Küfrederek büyür, sonra çocuğumuza küfrettiğinde ayıp deriz, sigara içer bizden küçüklere zararlarını anlatırız, herkes birine akıl verme peşindedir nedense. İyi şeyleri kimse anlatmaz, televizyonlarda haberlerin çoğu kötüler üzerine, kadın programların çoğu kim kimin bir yerini nasıl neden tutmuş olaylarını anlatıp duruyor, arada iyi haberler de var tabii ki bilmem ne bankası resim sergisi akm de yarın açılıyormuş…. Çiftçi Mehmet in de çok şeyindeydi (umurunda) , dizilere ne demeli, aksiyon siyaset aşk politika top tüfek vatan millet Sakarya bir dizinin içine sıkışmış durumda. Türkiye birkaç yılının Perşembe gecelerini bununla helakmı etti? hayır. Başka kanala geçtik; herif amcasının karısını becerdi bizim karıları derdi sardı, kocanız dışarıda birine baksa yüzüne bakmazsınız, fakat adı neyse o karakterin herif acındı, sevildi, af edildi , ben rahmetli yengemi rüyamda çıplak görsem karıma anlatsam rüyamla suçlar beni kim bilir kaç gece yalnız yatarım, elin herifini affetti ama ben de bunu unutmadım.
Akşam yemeği saatlerinde bir dizi çıkartılar çocuklar duymasın adına bak yarabbi duymak ne demek onların çocukları dizi gereği duymuyorlar hani mutfağa giriyorlardı ya iyi de bizim çocuklar… onlar duyuyor hemşerim hani adınız nerede kaldı, bu işin şaka yönü idi fakat sizin koltuk takımının aynısı olacak diye ben kaç para ödedim bilmiyorsunuz, bu bizim suçumuz bunlarla bitmiyor tabiî ki şimdi evlendirme memurları çıktı başımıza; yaşlı insanlar için mükemmel üstü bir düşünce bu programı yapmak sunmak, bu amaca hizmet etmenin bir sevabı bile vardır, fakat bu gencecik çocukları ne diye alırsınız o salonlara bunu da anlamak mümkün değil; 23 yaşında bir erkek bir delikanlı nasıl çıkarsın oraya terbiyesiz, milletle dalga mı geçiyorsun, seni hangi kuş beyinli sokuyor o salona benim hayatıma birkaç saniye de olsa huzursuzluk vermeye ne hakkın var, sana kız bulanın da kız verenin de diyeceğim olmayacak, böyle kurarsanız bu sistemi ne örf kalır nede adet, unutmayın birkaç çapulcu demişlerdi başımızdaki sıkıntıya en başında...
Haberlere dönelim; ülkenin gidişatını değiştirecek bir haberden hemen sonra, bilmem hangi sanatçının estetik ameliyatı haberi bilinçli mi konuluyor topum psikolojisine ayar mı çekiliyor, yada bu sıralamayı yapanlar benim kadar bilemiyorlar mı işlerini, ben televizyoncu olmadığım halde bunu düşünebiliyorsam onların bu eksiğini kasta bağlamam da normal olmalı ki, ben yinede kasıtlı demiyorum her koyun kendi bacağından asılır. Terör örgütü başının İmralıdan yaptığı açıklamaları yayınlayacak kadar ileri gittiyse bu iş gerisi boş, Ergenekon sanıklarının veya balyoz darbe planının haberiyle insanları ciddi ve düşündürücü bir psikolojiye sokup, tam düşündürmeye başladıktan sonra bir magazin haberi patlatmanın bir amacı yoktur sanırım, bu sadece tesadüftür. Fakat bizim evde ne oluyor bunu bilin: o ciddi haberinizde altı yaşındaki oğlumu kırarcasına susturuyorum ülkeme yapılan haksızlığı anlamak adına, belki boşta bulunup bağırıyorum oğluma çocuk bu yüzden ağlıyor, ve sen hemen peşinden bir mankenin sevgilisinin değiştiği haberini veriyorsun karım aaaa diye tepki verdiğinde oğlum mankenin haberinin daha dinlenmeye değer olduğunu mu düşünüyor acaba, daha büyük oğlum da içinden; ya bu devlet işleri bozuyor bizi baksana babam yine sinirlendi mi diyor acaba, küçük beynine ne yazıyordur.
O kadar fazla ki ilişkimiz, yazımın başında hatırlarsınız masa sandalye kömürcü çiçek bir sürü ilişkimiz olan şeyden bahsettim her anımız dolu dopdolu tıka basa dolu sıkış tıkış olmuşuz , geçici mutluluklara aşık olmak durumuna itiyor bizi bu karmaşa, kimimiz izlediğimiz dizede buluyor mutluluğu kimi bir duble rakıda, kimi hafta sonu spor yapmakta ama hiçbiri kalıcı değil rakı satışı bitse rakı yapmayı bilmiyoruz diziler kalksa ne yapacağız, ayağımız kırılsa spor dan uzak kalırız geri dönüşü yok diye unuturuz o kısacık mutlu olduğumuz yaşanmışlıklarımızı, yenilerini ararız birilerinin hazırladığı yenileri bulmaya çalışırız, kendi içimizde mutlumuyuz , mutluysak sorun yok, değilsek kapatalım odamızın kapısını, şimdi de gözlerimizi hiçbir şey düşünmeyelim, yapabilirsiniz bomboş bir beyin yaratın bırakın dinlensin, içinde söz olmayan bir müzik yardımcı olsun size Türkçesini bilmiyorum ( enstürimantel) dediklerinden , aklınızı dinlendirin belki hiç yapmadınız hiç denemediniz, deneyin lütfen bir süre sonra dinlenmiş olan aklınız çalışmaya başlayacak hayal kurun, olmak istediğiniz yerde olmak istediğiniz kişilerle olun bu bittiğinde aklınızı dinlendirmeyi tekrar deneyin bomboş bir kafa yaratın omuzlarınızın üzerinde hiçbir şey düşünmeyin nefesinizi hoşunuza gittiği gibi alıp verin ellerinizi istediğiniz yere koyun iyice rahatlayıp bu durumdan çıkınca ilişkiniz olan her şeye yeniden bakın terlikten başlayın, bardak evin kapısı çaydanlık, kapıcı, bakkal, gittiğiniz alışveriş merkezi, dinlediğiniz müzik, kullandığınız araç, haberler, diziler, arkadaşlarınız, varsa aileniz, sevgiliniz. Sizin iyi hissetmenizi sağlayan her şeyi tutun hayatınızda sarılın, fakat size iyi hissettirmeyen ne varsa çıkartın hayatınızdan örneğin bardak, hoş gelmiyor gözünüze atın, bakkal sıcak değil bakkalı değiştirin, alışveriş merkezi sizi kazıklıyor veya otoparkı sorunlu değiştirin, terlikleriniz eskimiş atın, ilişkiniz sorunlu bitirin.
Yazımın başında bir matematik yapmıştım günde kaç dakika mutlu oluyoruz? Ne kendinizin bu dakikalarını heba edin ne de başkalarının bu zamanını çalın. Dostlarım; “ hayat kısa yaşamaya değer” sözünü risk almak anlamında düşünenler yanılıyor, hayat yaşamaya ve yaşanmaya değer lütfen yaşayın.