Hep sürecek bir yanılgıdır aslında, her zaman sürecek yanılgısı…
Yanılgı ve yanılsamalarla renklenen hayatlarımız, bir kıtadan bir başkasına, ya da bir zamandan bir diğerine, ya da bir yaşayıştan bir başka yaşantıya geçerken, hep yolda, yolculuklarda, bazen bir otobüsün, uçağın camlarından, en çok da bir geminin lumbuzundan yolu, geride kalanları ya da önüne aldıklarını düşünürken gerçeklik kazanır. Her şeyin dışına çıkılmış ve her şeyle arasına mesafeler almış bu zamanla, kaybettiklerimizle elde kalanları anlamamızı, bazen bir zamanın dışında kalmayı, bazen de içine düşmeyi zamanından sonra gösteren ayna gibidir.
Öyle ki çıkılan yolda gün olur, gün dolar, devam eden yol süren gün gibidir. Sonra yavaşlar gün, doldu dolacak geceye döner ve biter yine… her yerde ve her zaman bu böyledir. Sonunda yol bir yere varır. Değişen yer ile, hava ile, yaşayış ve zaman ile duygular da değişir. Zaman, başka bir yerin, kıtanın, iklimin ve başka bir yaşayışındır artık…
Başka bir yaşayışa açılan kapıların ardında, geride kalana duyulan özlem, anılara sağlam demirler atan iz’ler, gördüğün, dokunduğun, tanığı olduğun ve artık her parçasıyla senin olan, seni donatan detaylar, parçası olduğun yaşantılar, kaçınılmazı olduğun başka hayatlardaki iz’lerin, bazen yalnızca görüp dokunamadığın, ya da içine fazlasıyla düşmüş olmakla, bütünleşmekle yabancılaştığın detayları geride kalan zamanın… başka bir yaşayışa açılan kapıların önünde ise bazen, senin olduğunu sandığın, giderken kilitlediğin evinin kapısından girdiğinde eskisi gibi döneceğini düşündüğün, bıraktığın yerde ve bıraktığın iz’lerle bulacağını düşündüğün, özlem duyduğun, alışkanlık üzere ve oraya ait alışkanlıklar bıraktığın, hayatın…
Hep sürecek bir yanılgıdır aslında, her zaman sürecek yanılgısı…
Anlamlar üretir yollar, anlamlar biriktirir, yeni anlayışlar, yeni kavrayışlar, yeni gözler ve zamanla yerine göre alışkanlığa dönebilecek yeni paylaşımlar, gerektirir. Şöyle bir düşündüğünde doğrulara ve yanlışlara, eskiye ve yeniye dair yeni ufuklar, yeni kabullenişler gerektirir. İçinde sen olmadan da seninmiş gibi görebilmeyi, seninmiş gibi acı çekmeyi ya da mutlu olabilmeyi gerektirir. Yalnız çıkılıp beraber varmayı, ya da hep beraber yola çıkıp tek başına düşebilmeyi sağlayacak kararlar almayı gerektirir. Bazen hiçbir olay, engel, değişiklik yaşamadan, yalnızca düşünerek, bir başına kalarak ve sadece edilgen, gözleyen ve özleyen bir özne olarak, günler, haftalar, aylar geçirilen yolculukların tecrübelerine varılacak dayanıklılık gerektirir…
Sonunda varılmış bir ev’ in( ev neresi? ) ilk gecesinde, bir yol’ un(varış neresi? ) ilk dönemecinde, yaşantıyla gerçeğe dönmüş bir büyük farkınavarış duvarının dibinde, bir şekilde ve bir sebeple yazdığım bir duygunun altında kalmış gibiyim. Onca aydan sonra bir türlü uyku tutmayan gözlerim ve uykuya dalamayan aklım, inanılmayacak gibi gelse de duvarların beyazını ve gecenin sessizliğini yadırgarken, her defasında tam uykuya dalacakken garip bir şekilde düştüğüm düşme duygusuyla, ayakta tutuyor beni. Açık denizlerin, büyük okyanusların sessiz karanlıklarında ilerlerken gördüğümüz bu büyükşehirlerin sesi nerede, ışıklar sönünce düşülen bir yanılgı mıdır uyku, sabaha daha ne kadar var?..
Sabah olunca açılacak kapıların dışında, aylar evvel bıraktığım hayatımın neresine düşmüşüm, o hayat ve detayları ne kadar benim, değişen ve aynı kalan şeylerin arasında kendime yeni yerler bulacak mıyım? Ben bir yolcuyum, yol ne getirirse kabulüm, doğru. Ama dahası, dipte, derinde, bir otel odasında, gemi kamarasında, kendinin ya da yabancı bir evin yatağında, bir bekleme salonunda, bir otobüsün, uçağın, trenin koltuğunda, bizi bir yere, bir şeye, birine taşıyan yolların akışından ayrılmış bir yatakta, günün aydınlığına soluğu tutulmuşçasına uyanan bir bedenin şaşkınlığında, her zaman sürecek bir şeylerin, hep sürecek yanılgısı, belki umudu var…
Derler ki gece kendini uykusuzlarla avuturmuş.
Deniz gemilerle ve şehirler gelip geçen yolcularla avuturmuş. Benzer hikayelerinin ardında, birbirilerine benzemeyen yüzlerinde, yersizliğin, bir yere konacak güçten, kanattan, ayaktan yoksunluğun, yoksulluğun izleri okunur.
Hepsi, geçtikleri gecelerden, denizlerden ve şehirlerden sayfalar koparır, bazen biryerlerde içine girer, bazen de yanarak ya da su içinde eriyerek bir sona taşırlar o sayfaları.
Derler ki hayat, kendini yalnızlarla avuturmuş…
Bir de gecenin övündükleri var ve hayatın…
Not: Uzun aylar boyunca bizlere ev sahipliği yapan M/V BOSNA Gemisi ile yollarımız ayrılıyor. Her ne kadar zorlu geçen yolculuklarımızda özellikle bana çok iyi davranmadığını düşünsem de BOSNA’ nın, ben O’ nu hiç unutmayacağım. Biliyorum, O’ da beni hiç unutmayacak. Bir süre izin yapıp, dinlendikten sonra bir başka gemide, bir başka kıtada, başka mevsimlerde ve başka maceralarda sürecek yolculuğum. M.V BOSNA Gemisi ile gemide yaşama ve gezme şansı tanıyan MANTA DENİZCİLİK ve tüm yetkililerine, tüm M.V BOSNA personeline sonsuz teşekkür ederim...