GİRİŞ: Günümüzde yaşanan küresel ekonomik kriz, esasında bir finansman krizi olarak ABD’de ortaya çıkmasına rağmen, geçen süre içinde reel sektörü de içine sürüklenmiş ve ekonomik kriz küresel boyutta kendini hissettirmeye başlamıştır. Bugün başta Hükümet olmak üzere birçok kurum, ekonomik krizin etkisini azaltmak ve tekrar ekonomik büyümeye geçebilmek açısından, dış piyasalarda tek başına etkinlik sağlanamayacağı ve milli gelirin yaklaşık %70’inin iç tüketime gitmesi nedeniyle, ancak iç piyasaları canlandırıcı, istihdam problemini hafifletici pek çok ekonomik paketi ortaya koymakta ve uygulamaya geçirmektedir. Küresel ekonomik krizin etkileri ülkemizde başta yat imalat sektöründe olmak üzere tüm deniz sektöründe görülmekte, gemi inşa sektöründe büyük bir gerileme yaşanmaktadır. Marinalar karşı karşıya kaldıkları konjonktürel talep fazlalığı nedeniyle kısa dönem için krizin etkilerini hissetmeseler de, kriz dönemi devam ettikçe ekonomik krizin marinalar üzerindeki baskısının artması kaçınılmazdır. Bu sektördeki kriz etkilerinin ortaya konulabilmesi; tüm dünyayı saran küresel krizin ortaya çıkış nedenlerinin, krizin etkileri ile bu sektördeki talep özelliklerinin ve sektör yapısının irdelenmesini gerektirmektedir. Çöken Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra kurulan ve yükümlülükler dışında hiçbir ekonomik birikimi devir alamayan genç Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik faaliyetler için uzun süre devletin etkinliği ve düzenlemelerinin yer aldığı karma ekonomik düzenini uygulamak durumunda kalmış, yeterli sermaye birikimi olmayan özel sektörün üretemediği birçok mal ve hizmet üretimi ancak sermayesi kamuya ait iktisadi devlet kuruluşlarınca yerine getirilebilmiştir. Ülkemizin içine düştüğü bu krizlerin benzerleri gelişmekte olan ve liberal ekonomik politikaları sürdüren ülkelerde de yaşanmıştır. 1990 yılından sonra özellikle kısa vadeli yabancı fon şeklindeki sermaye giriş ve çıkışlarından kaynaklanan 1994-1995 yıllarındaki Meksika krizi, 1997 yılındaki Güneydoğu Asya krizi, 1998 yılındaki Rusya krizi ve 1999 yılındaki Arjantin krizi sıralanabilir. Gelişmekte olan ülkelerde çıkan mali krizlerle, bu ülkelerde sürdürülen mali liberasyon politikaları arasında yakın bir ilişkinin varlığı belirtilmektedir [2]. Dünyadaki mali liberasyon düzeninde, sermaye hareketlerini oluşturan fonlar hiçbir sınırlama olmadan girdikleri ülkeden her an çıkmaya hazır durumdadır. Ekonomik ve siyasi gelişmelerdeki olumsuzluklar, beklentilerdeki gerilemeler, ülkeye girmiş olan fonların kitle olarak aniden ülkeden çıkmasına neden olabilir. Yaşanmış olan krizlerden; böyle ani döviz çıkışlarının yaratacağı bir mali şok karşısında ülkenin şoku atlatacak yeterli döviz rezervi yoksa veya genellikle başvurulan IMF’nin kaynakları yetmezse, döviz krizi ile başlayan bir mali krizin çıkmasının ve arkasından krizin reel sektöre de sıçramasının kaçınılmaz olduğu görülmüştür. Ancak düşük kur rejimi, geçen süre içinde, TL’nin aşırı değerlenmesine yol açtığından, değerlenen TL ihracat faaliyetlerine olumsuz etki yapmış ve ihracat gelirleri düşmüş, buna karşı ithal mallarının ucuz hale gelmesi karşısında iç piyasada bu mallara yönelik aşırı talep oluşmuş, bu durum ülkenin döviz açığının büyümesine neden olmuştur. Aşırı değerlenen TL’nin oluşturduğu devalüasyon beklentisi giderek artığından, ülkeye giren yabancı fonlar belli bir noktadan sonra tekrar dövize dönerek ülkeden çıkmaya başlamışlardır. Bu çıkış hareketi dövize olan talebi iyice artırmış ve devalüasyon beklentisinin iç piyasayı da sarmasıyla bankalar ve halk döviz alımına yönelmiştir. Döviz çılgınlığı olarak tarif edilen bu aşırı döviz talebi karşısında makro ekonomik dengelerin korunabilmesi ve kurun sabit tutulabilmesi adına, Merkez Bankası rezervleri döviz satışına yöneltilmiş ve bu kaynakların erimesi ile karşı karşıya kalınmış, bu arada ülke dışına çıkmakta olan dövize karşı doğal tepki sonucu faizler yükselmiş, döviz pozisyonlarının kapatılması için ortaya çıkan nakit ihtiyacı, faizlerin daha da yükselmesine yol açmıştır. Tüm bu gelişmeler ülkenin bir mali kriz içine düşmesine, yükümlülüklerini yerine getiremeyen bankaların batmasına, zaten ihracat azalması ve güvensizlik nedeniyle iç piyasalardaki talep daralması ile zor duruma düşen reel sektörün krediye erişim olanaklarının ortadan kalkmasına, bu sektörün daha da zor durumda kalmasına neden olmuş ve ekonomide işçi çıkarmalar ile şirket batışları yaşanmaya başlanmıştır. Ülkemizde yaşanmış olan bu krizlerin her biri kendine özgü yapısal reformlar dahil pek çok tedbirin alınmasını gerekli kılmış ve IMF’nin kemer sıkma politikalarıyla temin edilebilen kaynaklar ile krizden çıkılmaya çalışılmıştır. Bu dönemlerde yapılan devalüasyonlar sayesinde Türkiye’nin ihracat faaliyetlerinde büyük gelişmelerin sağlanması ve özellikle diğer ülkelerin Türkiye’ye karşı mal ve hizmet taleplerinde daralma olmaması ülkemizin ekonomik krizden çıkışını kolaylaştırmıştır. 1929 yılındaki büyük ekonomik buhrandan sonra dünyada ortaya çıkan mali/ekonomik krizler daha çok ulusal yada bölgesel düzeyde kalmasına rağmen 2008 yılında patlayan mali kriz tüm dünyaya yayılarak küresel boyuta yükselmiştir. Nitekim 1994, 2000 ve 2001 yıllarında ülkemizde çıkan krizler Türkiye’nin kendi krizleri olmasına rağmen, 2008 yılında ABD’den yayılan mali kriz, kısa sürede dünyanın diğer ekonomilerine de sıçramış olup, Türkiye de bu krizden etkilenerek kriz ortamına girmiştir. Diğer yandan, hızla gelişmekte olan Çin ve Hindistan gibi ülkelerin enerji kaynaklarına karşı yaratmış olduğu aşırı talep, özellikle petrol fiyatlarının aşırı yükselmesine yol açmış ve varil başına 70-80 ABD Doları olan petrol fiyatı 2008 yılında 140 ABD Dolarına kadar yükselmiştir. Enerji fiyatlarındaki bu aşırı yükselme ve enerji tüketiminin büyümesi ile petrol gelirlerindeki büyük artış, Çin ve Hindistan gibi ülkelerdeki büyük ekonomik atılımlar, ayrıca biriken emekli ve sigorta fonları gibi kaynakların büyük miktarlara ulaşması ve bu kaynakların yatırımlara yönelmeleri gibi nedenler dünyada nakit bolluğu yaratmış ve böylece yatırıma dönüşmeyi bekleyen büyük bir nakit potansiyeli ortaya çıkmıştır. Dünyadaki bu nakit bolluğu piyasalara ve yatırım alanlarına girdikçe dünyada refah seviyesinde yükselme ve varlık değerlerinde şişmeler oluşmaya başlamıştır. Mortgage kredilerindeki risk, esasta kredi faiz oranlarının değişken olmasından ve kredi ile satın alınan taşınmazın kendisinin teminat teşkil etmesinden kaynaklanmıştır. Amerikan piyasalarındaki nakit bolluğunun yarattığı enflasyonist baskıların giderilmesi ve bütçe ile ödemeler dengesindeki açıkların azaltılması için FED 2004 yılından itibaren kademeli faiz artırımına geçmiş, bu durum 2006 yılından sonra emlak piyasasında kredi maliyetlerinin satın alınan taşınmazın bedelinin üstüne çıkmasına, pek çok mortgage kredisi kullanan yatırımcının krediyi ödemekten yani taşınmazdan vazgeçmesine sebep olmuştur. Bu koşullar emlak piyasasındaki güvenin azalmasına ve bu piyasadaki varlıkların değerlerinin düşmesine yol açmış ve bankaların envanterlerinde, verdiği krediyi karşılayamayan düşük değerli geri dönmüş emlak stoklarının artmasına neden olmuştur [3]. Emlak piyasasının içine düştüğü durum nedeniyle bu piyasadan kaçışın hızlanması, menkul varlık kıymetlerin hızla düşmesi, bu varlıkları bilançolarında barındıran banka ve finans kurumlarının 2008 yılında büyük zararlar ile karşılaşmalarına ve bu kurumların bir kısmının iflasına yol açmış, hatta bu sürece toksit varlık diye nitelenen bu menkul varlıkları sigorta eden büyük sigorta şirketleri de katılmıştır. Bu şekilde başlayan kriz ortamında bankaların birbirlerine ve piyasaya kredi açmalarına son vermeleri neticesinde ABD ekonomisi kilitlenmiş, güvenin ortadan kalması ile tüketim harcamaları daralmış, kriz genişleyerek başta otomobil üreticileri olmak üzere reel sektöre de sıçramıştır. Son zamanlarda bazı makro ekonomik göstergelerin olumlu sinyal vermeleri karşısında, alınan tedbirlerle piyasa ekonomilerdeki serbest düşüşün sona erdiğini, ekonomik krizin dibine ulaşıldığını ve ekonomilerin toparlanma sürecine geçtiklerini ifade eden yorumlar yanı sıra, krizin dibine henüz gelinmediğini, iyileşmenin geçici olduğunu, yönetimlerin çok dikkatli olmaları gerektiğini belirten yorumlar da yapılmaktadır. Bununla beraber, ABD kaynaklı mali krizin çıkmasına neden olan toksit kağıtlar için henüz kesin bir çözümün ve eylemin ortaya konamaması, kriz öncesi zaten nakit bolluğu içinde bulunan ekonomilere kriz ortamında aşırı nakit enjekte edilmesi ve yakın gelecekte bu aşırı nakit fazlalığının enflasyonist baskıları artırma eğilimlerini büyütmesi, dünya ekonomileri için henüz risklerin bitmediğini göstermektedir. Diğer yandan içinde bulunduğumuz dönemde Türk Bankalarının kaynaklarını, artan bütçe açıklarının finansmanı için Hazine tarafından yapılan iç borçlanmaya yöneltmeleri, reel sektöre gidecek kaynağın miktarını da azaltmıştır. Bunların yanı sıra, küresel ekonomik krizin dünyada talep küçülmesini yaratması neticesinde ülkemizin ihracat olanakları daralmış ve tüm bu olumsuz koşullar ihraç yapan reel sektörü sıkıntı içine sokmuştur. Ayrıca küresel krizin yarattığı riskli ve güvensiz ortam iç talepte de büyük daralmaya neden olduğundan, reel sektör iyice zor duruma girmiş, işçi çıkarmalar ve şirket kapanmaları artmıştır. Tüm bu gelişmelerin neticesinde Türk sanayisi kapasite kullanım oranı Mart 2009 ayında %64 seviyelerine gerilemiş, işsizlik oranı ise Şubat 2009 ayında %16’lara kadar yükselmiştir. Ekonomik gerileme dönemine girilmesiyle, şirketlerin piyasa değerlerinde düşmeler, bilançolarında zararlar oluşmaya başlamıştır. Şirketlerin piyasa değerleri, sermaye piyasalarında yani menkul kıymetler borsalarında sayısallaşmaktadır. Bu bakımdan yurt dışı ve yurt içi menkul kıymet borsalarındaki düşüşler, genel olarak borsalara kayıtlı şirketlerin değerlerinin düştüğünü yani varlıkların eridiğini ortaya koyan en iyi göstergelerdendir. Kriz öncesine göre ABD Nasdaq ve Dow Jones endekslerinde %50, Türkiye İMKB 100 endeksinde ise %60’a varan oranlarda düşüşler yaşanmıştır. Her ne kadar Nisan ve Mayıs aylarında piyasalarda ve bazı makro ekonomik göstergelerde toparlanmalar görülse de yapılan yorumlar ve analizlerde bu toparlanmaların kalıcı olduğuna ve krizden çıkılmaya başlandığına dair tam bir fikir birliği oluşmamıştır. Ekonomik krizin marina sektörüne olan etkisini ortaya koyabilmek için önce bu sektöre müşteri olan yatlara karşı talebin kriz ortamındaki durumunu irdelemek, bunun içinde yat sektöründe talep esnekliği ve tüketici davranışları olgusuna kısaca bakmak gerekir. Bilindiği gibi talep miktarını tanımlayan talep fonksiyonu malın fiyatı, rakip malların fiyatı, tamamlayıcı malların fiyatı, tüketici tercihi, tüketici geliri, nüfuz büyüklüğü, gelir dağılımı, fiyatlarla ilgili beklentiler vb. gibi pek çok argümana bağlıdır. Genelde seçilen bir argümanın dışında kalan argümanların sabit tutulması varsayımı altında, seçilen argümanın değişimine göre talep fonksiyonunun davranışı tespit edilmektedir. Yapılan analizler, tüketilmesi zorunlu olan mal ve hizmetlerdeki talebin küçük dalgalanmalarla devam ettiğini, yani talep esnekliğinin düşük olduğunu, buna karşın tüketilmesinde yaşamsal zorunluluk bulunmayan lüks ve kültürel mal ve hizmetlerde ise talep esnekliğinin çok yüksek olduğunu göstermektedir [5]. Ülkemizde yat imalat sektörü, dünyada artan talep doğrultusunda son yıllarda artan ivme ile ileriye doğru atılım yapmış ve Türkiye yat imalatında dünyada önde gelen ülkeler arasında yer almıştır [6]. Yat turizminde kullanılan ticari yatlar dışında kalan özel yatlar yatçılar için sahip olunmasında yaşamsal zorunluluk bulunmayan lüks mallar niteliğinde olup, bu yatlar için yapılan harcamalar lüks ve eğlence harcamaları içinde yer almakta ve yatlar talep esnekliği yüksek mallar grubu içine girmektedir. Özelikle varlıkların eridiği, gelirlerin azaldığı kriz dönemlerinde talep esnekliği fazla olan mal ve hizmetlere karşı talepte büyük düşüşlerin yaşanması kaçınılmaz olup, bu tür malların içine giren yatlarda da talep daralması söz konusudur. Bu durumun tersine, zenginlik ve refahın arttığı, varlık değerlerinin yükseldiği dönemlerde ise, talep esnekliği yüksek olan bu nitelikteki mallara karşı talepte büyük artışlar beklenmektedir. Diğer taraftan yat sahibi olan kişi ve kurumların ekonomik kriz döneminde karşı karşıya kaldıkları nakit akımı sıkıntısını aşma adına elden çıkartarak paraya çevirmeye razı olabilecekleri varlıkların başında yatları gelmektedir. Bu bakımdan krizden etkilenen ülkemizin bir çok sanayici ve iş adamının ilk çare olarak ellerindeki yat ve teknelerini satışa çıkartmaları fiyatları yarı yarıya düşürdüğü gibi, bu sektördeki yat siparişlerinin de durma noktasına gelmesi, yat üreticilerini zora sokmuş ve sektörde işçi çıkarmalar başlamıştır [8]. Dünyada artan yat miktarı bir tarafa, ülkemizin de içinde yer aldığı Akdeniz Çanağına karşı yatçıların iştahı giderek artmakta ve Akdeniz Çanağı dünyanın yat filosunun yarısına ev sahipliği yapmaktadır [9]. Bölgeye karşı bu iştahın gerisinde, bölgede turizmin gelişmiş olması, iklim ve doğa güzellikleri ile kültürel birikim gibi nedenler yatmaktadır. Bu kadar büyük bir yat filosuna ev sahipliği yapmakta olan Akdeniz Çanağında yeterli bağlama yeri olmadığından turizminde öne çıkmış olan İspanya, Fransa, İtalya hatta Hırvatistan gibi ülkeler yatların yanaşıp barınabilecekleri yeni marina yatırımlarına yol vermişlerdir [10]. Bağlama yeri yetersizliğinin neden olduğu marinalara karşı talep patlaması, ülkemiz marinalarının da etkileyerek birçok marinanın kapasite üstü çalışma durumunda kalmasına neden olmuştur [4]. Günümüzde marinalar ile yatlar arasındaki arz talep makas aralığı büyük olsa da, içinde bulunduğumuz küresel boyuttaki ekonomik krizin, süreç içinde, marinalara olan talebe karşı az ya da çok etkide bulunması kaçınılmaz görülmektedir. Ekonomik kriz ortamları belirsizlik ve güvensizliği de beraberinde getirdiğinden, ayrıca bu ortamların sanayi kullanım oranlarını da düşürerek atıl kapasiteleri ortaya çıkmasından, kriz dönemlerinde genelde yatırımların ertelenmesi ya da yatırımlardan vazgeçilmesi eğilimleri ağırlıklı olarak özel sektörde ön plana çıkmaktadır. Ekonomik krizin boyutları, günümüzün krizi gibi küresel ölçekte ise, yatırım erteleme veya vazgeçme eğilimleri daha da büyümektedir. Ancak ekonomik krizin ülke ekonomisinde yarattığı tahribatın ortadan kaldırılması, kriz nedeniyle ortaya çıkan büyük işsizlik probleminin azaltılması, piyasalara güven ve yeni iş imkanlarının sağlanması, iç piyasanın canlandırılması açılarından yatırımlar büyük önem arz eder. Bilindiği gibi 1929 Büyük Dünya Buhranından çıkış, ancak alt yapı yatırımlarına dönük kamu harcamalarına öncelik veren Keynesyen politikalarının uygulanması ile sağlanabilmiştir. Marina yatırımlarının ağırlıklı olarak alt yapı niteliği taşımalarından dolayı, bölge ve ülke için ekonomik kalkınma açısından bu yatırımların rolü büyüktür. Bu bakımdan, ülkelerin küresel kriz ortamlarında, mevcut marina yatırımlarını ertelemeleri beklenmemektedir. Bu durum, marinalar ile yatlar arasındaki arz talep farkını beklenenden çok daha erken dönemde kapatma olasılığını artırabilecek ve şu an için marinaların içinde bulunduğu nispeten rekabetten uzak, olumlu ortamı sona erdirebilecektir. Marinaların alt yapı ile ilgili varlıklarının (duran maddi varlıklarının), toplam varlıklar içindeki payı fazla olduğundan, marinalar için faaliyet kaldıraç etkisi yüksektir. Turizm ve deniz sektörünün ara kesitinde yer alan marinalarda mendirek, geri sahalar, rıhtımlar, pontonlar, sosyal ve idari binalar, spor ve eğlence tesisleri, arıtma sistemleri, tekne bakım/onarım tesisleri ve buralarda kullanılan ekipmanlar vb. gibi varlıklar maddi duran varlıkları oluşturur ve seçilen yönteme göre özelikle işletmenin ilk yıllarında yüksek amortisman giderleri, sabit gider olarak bilançolarda yer alır. Diğer taraftan amortismanlarla beraber, kısa dönem için hizmet üretiminden bağımsız olan finansal, personel, sigorta, arazi kirası gibi diğer yıllık sabit giderlerin toplamının, işletmenin katlanmak zorunda kaldığı yıllık toplam gideri içindeki payı oldukça yüksek mertebededir. Yıllık sabit giderleri fazla olan tesisler, daha fazla faaliyet kaldıraç etkisinin altında olup [12], bu gibi tesislerde yüksek sabit giderler, gelir ile giderin eşitlendiği Başa Baş Noktasını (BBN) daha yüksek faaliyet seviyelerine çıkartır ki aynı etki altında olan marinalarda da BBN konumu, yüksek doluluk oranlarında yer alır. Bu durum marinaların karlılığa, ancak göreceli olarak daha yüksek doluluk oranlarında çalışması halinde ulaşabileceğini, BBN’dan sonra karlılıktaki artışın, faaliyet kaldıraç etkisiyle, daha yüksek oranda olacağını, tersine BBN altındaki bölgede ise göreceli olarak zararın daha büyük ölçekte olacağını gösterir. Ayrıca olası bir talep daralmasıyla hizmet tarife listelerinde düzeltme yapma durumunda kalan ve bu nedenle gelirlerinde azalma bekleyen marinalarda gelirin düşmesi durumu, BBN’sını daha yüksek doluluk oranlarına taşıyacaktır. Marinaların faaliyetlerinde karlılık durumları ile doluluk oranları arasındaki kritik ilişki nedeniyle, bu işletmeler özellikle faaliyetleri sınırlandıracak veya geçici olarak durduracak olaylara karşı dikkatli ve tedbirli olma durumundadır. Birer deniz tesisi olan marinalar, her tesis gibi yangın, meteorolojik ve jeolojik afetlerin yaratacağı yüksek risklere açık tesislerdir. Ayrıca tekne giriş/çıkışlarda oluşabilecek kazalar bu riskleri daha da artırmaktadır. Söz konusu beklenmeyen olaylara ilişkin risklerin azaltılması açısından, tesislere ait amortisman uygulamaları büyük önem taşır. Amortisman kavramının amorti edilecek varlığın belirlenen süre sonunda yenilenebilmesine olanak verecek birikim olarak algılanması halinde, marinanın ömrü boyunca yenilenmesi beklenmeyen mendirek, rıhtım gibi kalıcı tesislerin durumu bu kavramla çelişir durumdadır. Bununla beraber, dünyadaki liman örneklerinde olduğu gibi, bu kalıcı tesislerin de amortismana tabi tutulması, marina faaliyetlerinin sürekliliğinin sağlanması bahsedilen risklerin karşılanması ve büyük onarımların finansmanı açısından önemlidir [13]. Amortisman fiili bir nakit harcamasını gerektiren bir masraf olmayıp, kurum içinde biriken ve nakit akımına pozitif etkisi olan bir kaynak niteliğindedir. Marinalarda rıhtımları kullanabilmeyi kısıtlayan bir diğer husus kaza, kaçakçılık veya borcunu ödeyememe gibi olaylarda, yargı kararları ile rıhtımların hizmete kapalı hale gelmesidir ki, bu durum söz konusu rıhtımlardan işletmenin uzunca bir süre nakit girişini gerçekleştirememe riskini doğurmaktadır. Marinalar esasta hizmet sektöründe yer aldıkları için bilançolarında stok kalemi çok sınırlıdır. Ayrıca marinaların ellerinde bulundurdukları hazır değerler, kısa bir süreye ilişkin nakit çıkışını karşılamaya yönelik olduğundan, bilançolarındaki dönen varlıkların ağırlıklı kısmını alacaklar kalemi teşkil eder. Bu bakımdan alacakların devir hızındaki değişim doğrudan işletmenin nakit akımına etki yaparak finansal sıkıntıların ortaya çıkmasına neden olabilir. Diğer bir ifadeyle marinaların nakit akımının, alacakların devir hızına karşı duyarlılığı fazladır. Bu bakımdan marina işletmeleri için alacakların zamanında tahsili veya alacakların yönetimi hayati önem arz eder. Marina işletmesi ancak yapacağı tahsilat sayesinde ödeme yükümlülüklerini yerine getirebilir, hizmet üretimine devam edebilir ve kriz dönemlerinde nakit akımı ile bütçe planlamaları ve uygulamaları çok daha fazla önem kazanır. Günümüzde yaşanan küresel ekonomik krizin yarattığı en büyük etkilerden birisi kurum, firma ve kişilerin birbirlerine karşı ödeme yükümlülüklerini yerine getirmelerindeki zafiyettir. Talebin daraldığı, üretimin düştüğü, varlıkların eridiği, likit kalmanın son derece önemli olduğu kriz ortamlarında, alacak tahsilatında güçlük çekenler kendi ödeme yükümlülüklerini de yerine getirememekte, bu durum domino etkisi yaratarak tüm piyasaya yayılmakta, hatta artan risk algılaması ve güvensizlik nedeniyle likit durumda olanlarda bile gelecek kaygısıyla harcamaların kısılması ve kredi kaynaklarına erişim imkanlarının da daralması tüm ekonomiyi kilitlenmektedir. Bu bakımdan özellikle ekonomik kriz dönemlerinde marinalar için alacakların yönetimi başlı başına halledilmesi gereken bir konu haline gelmektedir. İşletmenin tüm ömrü boyunca olduğu gibi, kriz ortamlarında da özel olarak maliyetlerin analizi ve takibi çok önemlidir. Daha öncede belirtildiği gibi marinalarda yıllık sabit giderlerin yıllık toplam giderler içindeki payı oldukça yüksektir. Sabit masraflar işletmeye üretimden bağımsız finansal yükler getirdiğinden, maliyet yönetiminde esneklik sağlamazlar. Bu bakımdan sabit giderleri yüksek olan marinalar, bu giderleri düşük olanlara göre daha kritik durumdadır. Sabit maliyetten kurtulmanın tek yolu, bu maliyeti yaratan varlıklardan satış ya da elden çıkartılması yolu ile vazgeçilmesidir. Kriz dönemlerinde marina faaliyetleri ile doğrudan ilgisi olmayan ve amortisman, bakım/onarım gibi sabit yükler getiren varlıkların durumları gözden geçirilebilir. Yine bu dönemlerde işletmeye sabit maliyet yükleyen hazine arazi kiralarının ertelenmesi ya da azaltılması gibi hükümetçe alınacak önlemler, marina işletmelerini rahatlatan eylemlerden olacaktır. Diğer önemli bir husus, bir anlamda kapasite düzeyini belirtmekte olan karın maksimum olduğu faaliyet seviyesinin tespitidir. Marina işletmesinin karı, verilen hizmetler karşılığında sağlanan hasılat ile bu hizmetler için katlanılan maliyetler arasındaki müspet farktır. Kar maksimizasyonu, kar fonksiyonunun üretime göre birinci dereceden türevini sıfıra eşitleyen faaliyet seviyesinde ortaya çıkmakta olup, bu faaliyet seviyesini marjinal hasılatın marjinal maliyete eşit olduğu nokta belirlemektedir. Optimum işletme seviyesini belirten bu noktanın ötesinde hizmet üretimi yapmak, hele kapasite üstü düzeyde hizmet vermek, verimlik açısından dikkatle izlenmesi gereken bir husustur. Bu bakımdan, marina karlılığı açısından maliyetlerin fiili konumun tespiti (maliyet kalemlerinin doğru olarak tasnifi ve tespiti) çok önemli olup, işletme yönetimi açıdan maliyet muhasebesi uygulamaları büyük avantajlar sağlayabilir. Marina işletmelerinin karlılığı üzerindeki maliyetlerin önemi nedeniyle, maliyetleri azaltacak ve verimliliği artıracak yapılanmalar büyük önem arz edebilir. Bu çerçevede, iyi bir yönetim yaklaşımı ile fiili maliyetleri ve gizli maliyetleri ortaya çıkartabilecek kar merkezleri şeklindeki yaklaşımlar tartışmaya açılabilir. Marinaların asli müşterilerinden olan yatların sayısındaki artış ile yaşanmakta olan küresel ekonomik krizin derinliği ve ekonomik toparlanma süresi arasında yakın bir ilişki söz konusudur. Ayrıca özellikle Akdeniz Çanağında başlamış olan marina yatırımlarının tamamlanması ve yeni marinaların da devreye girecek olması, bu bölgede marinalar ile yatlar arasındaki arz talep farkının beklenenden çok daha önceden kapanması potansiyelini doğurmaktadır. Bu bakımdan günümüzdeki marinalara karşı aşırı talep patlaması, kriz öncesi koşullardan doğan konjonktürel bir olgu olup, marinalar orta vadede göreceli bir talep daralması riski ile karşı karşıya kalabilirler. Marinaları etki altına alacak diğer bir önemli konu, önümüzdeki dönemde küresel ekonominin ne yönde şekilleneceği ile ilgilidir. Küresel ekonomik kriz için yapılan yorumların ağırlıklı kısmı, krizin etkisinin bir süre daha devam edeceği ve ekonomik toparlanmanın ise zaman alacağı yönündedir. Ancak şu an itibariyle krizden çıkış ve ekonomik toparlanma açılarından önü görmek, tutarlı tahminlerde bulunmak olanak dahilinde olmayıp, ekonomik toparlanmanın ne kadar süre alacağına dair fikir birliği bulunmamaktadır. Ekonomi için yapılan yorumların diğer önemli bir kısmı gelecek dönemlere ilişkin yeni ekonomik düzen üzerinedir. Bu yorumlar; artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, eskiden sağlanan yüksek karların gerçekleşemeyeceği, kredi kaynaklarına erişimin daha kontrol altında olacağı, sermaye hareketlerine denetimlerin konacağı, bu tür küresel ekonomik krizlere yakalanmamak için ekonomik müdahaleler dahil gerekli tedbirlerin alınacağı hususları üzerine yoğunlaşmaktadır. Önümüzdeki dönemde söz konusu ekonomik düzende varlık değerleri ile servetlerde ve gelirlerde makul seviyelerde artışlar öngörülüyorsa, bu durumun orta ve uzun vadede yatlara karşı talebi etkileyeceğini, talebin mega ve süper yatlardan orta ve küçük ölçekli yatlara doğru kaymaya neden olacağını, marinaların da bu yeni düzenin baskısını üzerlerinde hissederek daha küçük kar marjları ile karşı karşıya kalabileceklerini ifade etmek çok abartılı olmayacaktır. *Mehmet GEDİK; MBA., BE. GEMİ İNŞA VE MAK.MÜH.(gedikmehmet53@hotmail.com) NOTLAR:
1- “Erken Uyarı Sistemleri Yoluyla Türkiye’deki Ekonomik Kriz Analizi”, Prof. Dr. Cevat Gerni – İ.Ü. Ekonometri ve İktisat Dergisi, 2005, Sayı:2
2- “Uluslar arası İktisat”, Prof. Dr. Halil Seyidoğlu
3- “Bir Krizin Anatomisi”, Mustafa Kutlay- UsakGündem, 23 Mayıs 2008
4- “Türkiye’de Yat ve Marina Sektöründe Durum”, Mehmet Gedik- www.kaptanhaber.com, 02.09.2008
5- “İktisada Giriş”, Prof. Dr. Zeynel Dinler
6- “Yat İmalatı Nereye Gidiyor, Mehmet Gedik- www.kaptanhaber.com, 09.08.2007
7- “The Luxury Yacht Market”, Tomasso Nastasi- September 2004
8- HaberTürk Ekonomi, 12 Aralık 2008
9- Superports 2008, “The Definifive Suıper Yacht Marina Guide”
10 – “Dünyada Yat Turizmi ve Türkiye”, Türsab, Ar-ge Departmanı, haziran 2007
11– “Yatırım Projelerinin Hazırlanması ve Değerlendirilmesi, Yatırım rojeleri ile İlgili Temel Ekonomik Kavramlar ”, Atila Candır, Devlet Yatırım Bankası
12- “Finansal Yönetim”, Dr. Öztin Akgüç
13- “The Financial Objectives of Ports”, J.Grosdidier de Matons
14- “Ports Planning”, United Nations, Second Edition