II. Mahmut, sivil gezdiği bir ramazan gününde, Üsküdar´da bir kunduracının, boş örse çekiç vurarak her hamlede "Tıkandı da tıkandı" dediğine şahit olmuş.
Merakla içeri girip bunun sebebini sormuş.
Adamcağız anlatmış:
- Bir gece rüyamda gördüm. Çeşmeler vardı. Bazılarından şarıl şarıl sular akıyor, bazılarından sızıyor, bir tanesi de şıp şıp damlıyordu. O sırada bir pir´i nurani belirdi. Ona bu çeşmeleri sordum...
"Şu şarıl şarıl akanlar, padişahımızın talihidir.
Sızanlar devlet erkânından filanca paşaların ve falanca zenginlerin talihleridir. Şu damlayan da senin talihindir" deyip kayboldu.
Yerden bir çöp aldım ve benim talihim olan çeşmeye yaklaştım. Çöple biraz kurcalayıp lüleyi açmaya çalıştım. Ah, ellerim kırılsaydı! Filvadaki çöp kırıldı ve artık o eski damlalar da damlamaz oldu. O günden sonra müşterim kesildi, kazancım bitti. İflas ettim, bu hale geldim. Şimdi de talihimden şikâyet ile "tıkandı da tıkandı" zikriyle boş örsü dövüyorum.
Padişah kendini aşikâr etmez ve saraya dönünce adamın söylediklerini tahkike memur gönderir. Meğer, adamcağız herkes tarafından "Tıkandı Baba" diye tanınmakta ve nasipsizliğiyle bilinmekteymiş. O kadar ki, çeşmeden su doldurmaya gitse çeşmeyi bir kurbağa tıkar; bir mal almak için pazara uğrasa, ona sıra gelmeden mal bitermiş.
Sultan, mübarek ramazan ayında garibi sevindirmek ister ve bir tepsi baklava yapılmasını, her dilimin altına da bir sarı altın konulmasını emreder. Sonra, tepsiyi bir zengin konağından iftarlık geliyormuş gibi gönderir.
Nasipsizlik bu ya; Tıkandı Baba, bir tepsi baklavayı bir iftarda yiyip bitirmek yerine satıp parasıyla birkaç gün iftar etmeyi düşünerek tepsiyi pazara çıkarmış.
Padişah durumu öğrenmişse de niyetine sadakat ile aynı minval üzere ertesi gün nar gibi kızarmış bir hindi dolması yaptırıp yine içini altın ile doldurarak Tıkandı Baba´ya yollar. Baba´dan baklava tepsisini satın alarak parsayı toplayan uyanık müşteri, bu sefer yine kapıya dayanıp Baba´nın aklını çelmenin yollarını aramaktadır.
Der ki: "Bre Tıkandı Baba ya! Sen bir garip ademsin. Tek başına bu hindiyi nice yiyeceksin. Gel sen de bu hindiyi bana sat."
Pazarlık tamam olup hindi de kanatlanınca, padişah bu derece safderunluğa, aşırı derecede öfkelenip derhal Tıkandı´yı saraya çağırtır.
Çavuşlar eşliğinde iftar vaktine yakın, karga-tulumba sarayın yolunu tutan Tıkandı Baba telaşlanır.
"Bir suç işlemiş olmalıyım, ama ne ola ki!" diye kara düşünceler içinde huzura alındığında, neredeyse bayılmak üzeredir. Bu hale padişahın yüreği dayanmaz ve öfkesi merhamete döner. Sultan, olup bitenleri anlattığı zaman, Tıkandı Baba hayretler içinde hünkârın ayaklarına kapanıp dualar, şükürler okumaya başlar.
Padişah, ona son olarak bir hak daha tanımayı isteyip doğruca hazine odasındaki altın ve mücevher dolu sandıklardan birinin huzura getirilmesini buyurur. Sandık gelir. Sultan Mahmut, selamlık dairesinin çini sobasının altını yoklayıp küreği eline alır ve:
- Tut şu küreği! Sandığa daldır. Ne kadar alırsa hepsini sana bağışladım, der.
Tıkandı Baba, makus talihini böyle bağlatan muradına muvafık harekatından fazlasıyla heyecanlanır. Sevinçten titreye titreye küreği sandığa daldırır. Bir müddet iteleyip çalkalar ve itina ile kaldırırsa da kürek ters dalmıştır ve ancak sap kısmında bir tek kızıl altınla çıkar.
Baba, düşüp bayılır.
Padişah ise seçili bir üslupla, o tarihe geçen sözünü söyler:
- Vermeyince mabut, ne yapsın sultan Mahmut!?..