(Bu makale Enflasyonun Bilinmeyen Yüzü - 1 isimli makalenin devamıdır.)
Harun Şişmanyazıcı Ekonomist/Öğretim görevlisi
Üreticiden tüketiciye ulaşma safhasındaki lojistik maliyet ve malın uygun nakliye ve muhafaza edilememesi nedeni ile bozulma ve kayıp oranı, tarlada üretimde uygun olmayan üretim yapısı nedeni ile gereksiz maliyet artışları mal satış noktasında raf fiyatını artırmıştır. Satın alınan ürünlerin bir kısmı da ihtiyaç fazlası olarak alındığından bozularak atılmaktadır. Pandemi döneminde stok nedeni ile bu olumsuzluk daha da artmıştır. Bu da Türkiye’de talebi
Üreticiler ise kendi içlerinde örgütlenmeyi ve kümelenmeyi gerçekleştirememiş ve tarladan rafa kadar olan süreci kontrol ederek kendileri ve nihai tüketici için uygun fiyatlama politikasını tesis edememişlerdir.
Son yıllarda Türkiye’nin aldığı göç ve çevremizdeki istikrarsızlık ve iç savaşlarının yarattığı nüfus hareketleri de büyüme için olumlu katkı sağlasa da hem kamu harcamalarının artmasına hem de zengin göçmenlerin yanlarında getirdikleri legal ya da illegal para ile içerde talebin artmasında önemli rol oynamıştır.
Son söyleyeceğimiz husus ise yukarıda da dile getirdiğimiz atalet yani fiyatların artacağı hususundaki kanının piyasada talep artışını ve dolayısı ile fiyatların artmasını gerçekleştirmesidir. Fiyat artışı beklentisi normalde artmayacak fiyatı artırmaktadır.
İşte tüm bunlar ve burada zikretmediğimiz diğerleri Türkiye’de enflasyona zemin hazırlayan temel ve asal unsurlar olmaktadır. Bunların çoğu para ve maliye politikaları ile halledilebilecek hususlar değildir. Kökten yapısal değişiklikler gerekmektedir. Bu yazdıklarımız bilinmeyen şeyler değildir. Hükümet ve akdemi dünyası çok daha fazlasına sahip olup bu sorunları çözmek için ciddi çaba sarf etmektedir. Ancak kısa sürede halledebilecek hususlar olmadığından iyileşmeler zaman almakta çoklukla da saman alevi gibi ortaya çıkan eylemler, zaman içinde tavsamaktadır.
V-TÜRKİYE’DE ENFLASYONU DÜŞÜRMEK İÇİN NASIL BİR EKONOMİ POLİTİKASI UYGULANMAKTADIR.
Türkiye’de enflasyon tarihi incelendiğinde 1950-2020 arasındaki dönemde (Daha önceki dönemlerde de yukarıda sözü edildiği üzere %100 e varan enflasyon oranları görülmüştür)70 yıllık süreçte %5 in altında yani OECD kriterine göre Gelişme Yolundaki ülkeler için enflasyon eşiği altındaki genel fiyat artışı%3.1 ve %3.7 ile sadece sırası ile 1951 ve 1968 yıllarında gerçekleşmiştir. 1960 da ise %2.9 olmuştur.(Osman Cenk KANCA 1950-1960 arası Türkiye’de Uygulanan Sosyo-ekonomik Politikalar) Türkiye’de enflasyonun en uygun olduğu dönem 1960-69 dönemi olmuştur. Bu dönemde 10 yıllık hareketli ortalama olarak Türkiye’de enflasyon oranı %4,8, 1951-1969 arasında ise enflasyon %7.3 olarak gerçekleşmiştir.(Dr Mevlut Tatlıyer Türkiye Ekonomisinde Enflasyon ve Ekonomik Büyüme) özetle 1950-2020 arasında enflasyon sadece 3 yılda % 5 in altında kalmıştır.
1951-60 arasında 10 yıllık hareketli ortalama olarak %10 lar seviyesinde gerçekleşen enflasyon oranı yukarıdaki bölümlerde de açıklandığı üzere 1970’in ilk yıllarından itibaren artmaya başlamıştır. 1969-78 arası 10 yıllık hareketli ortalama %20 takip eden 10 yılda %35, onu takip eden 10 yılda %76.7 ,1993-2002 arasında %71 ve 2002-2011 arası mevcut hükümet döneminde %10 olmuş ancak 2021 de yeniden %20’lere tırmanmıştır. 1970-2003 arası ise Türkiye’de enflasyon %47.8 olarak gerçekleşmiştir. Kısaca bu gün yüksekliğinden söz edilen enflasyonu bu ülke 1970-2003 arası tam 30 yıl ortalama %47.8 olarak yaşamıştır. 1951-2015 arasında ise ortalama %27.1 olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde büyüme ise ortalama %4.7 olmuştur.
Peki mevcut hükümet ilk başlarda bunda nasıl başarılı olmuştur. Devraldığı dış kaynaklı istikrar programını (Derviş programını) tavizsiz uygulamıştır. Bu istikrar politikası Ortodoks iktisat politikasına dayalı olmuştur.
Fakat son yıllarda hükümet ortodoks iktisat politikasını benimsemeyerek, söz konusu bu geleneksel görüş ve yaklaşımların dışındaki politikaları yani heterodoks ekonomi politikasını kısmen uygulamaya başlamıştır. Başka bir deyişle bu ekonomi politikasının özelliği olan büyümeyi ve istihdamı ihmal etmeden, büyüme ve istihdamı da artırarak enflasyonu düşürmeyi denemiştir. Heterodoks iktisat politikasının başka bir özelliği olan ücretleri, kiraları dondurmayı uygulamamış, siyaseten bunu yapmak zor olduğundan Pandemi döneminde bunu bahane ederek bile buna tevessül etmemiş, ancak şirketlere destek vererek işten çıkarmaları önlemeye çalışmıştır. Yine MB’ları Ortodoks iktisat politikasında sadece politika faizi (referans faizi/MB faizi) gibi tek faiz ile piyasayı yönlendirmeye çalışırken, Heterodoks uygulama olarak değerlendirebileceğimiz şekilde Türkiye MB haftalık ihale faizi, gecelik borç verme faizi, fonlama faizi, politika faizi, geç likidite penceresi faizi gibi birden fazla faiz ile çalışmış (Mahfi Eğilmez), fakat Maliye Bakanı Sn Berat Albayrak görevden alındıktan sonra burada sadeleşmeye gidilmiştir. Heterodoks politikanın diğer bir özelliği Ortodoks ekonomi politikasının benimsediği klasik Keynesyen uygulama yerine mikroyu ve üretimi önceleyen Post Keynesyen ve NeoKeynesyen politikalar ile üretim artışını önemsemesidir. Mevcut hükümet de buna ağırlık vermiş ve son zamanlarda, yine Hetorodoks iktisat politikası olan gerekirse damping yap ihracatı artır döviz geliri sağla felsefesini benimsemiştir, bunun içinde enflasyon nedeni ile rekabetçi kur uygulamıştır. Bu iktisat politikasının diğer bir özelliği de kurun, fiyatların ve ücretlerin kontrolü olup(Heterodoks İstikrar Programları Dr Hüseyin Akgönül/Dr Mahmut Masca), Hükümet hem faizi hem de kuru aynı anda kontrol etmeye kalkmış (ya da böyle bir imaj vermiş) ancak bunun çok zor hatta bizim gibi döviz sıkıntısı olan ülkelerde imkânsız olması nedeni ile faizi indirince kur kontrolden çıkmıştır.
Enflasyonla mücadele için para politikası ile maliye politikasının uyumlu olması gerekirken, para politikası ile sıkı para politikası uygularken, diğer taraftan maliye politikası ile bazen mecburen(Terör ile mücadele harcamaları, Pandemi nedeni ile yapılan yardım ve destekler, iklim değişikliği nedeni ile yangın, sel ,kuraklık , zelzele nedeni ile yapılan yardım ve harcamalar)bazen siyaseten ,bazen alt yapı yatırımları yapılan kamu harcamaları ve borçlanmaları ile genişlemeci bir politika izlemiştir. Sık sık yapılan seçim harcamaları da bunun tuzu biberi olmuştur. İçinde bulunduğumuz günlerde ise bir taraftan politika faizini düşürüp genişlemeci bir politika izlerken diğer taraftan MB rezervlerini artırmak için(kur kontrolü nedeni ile) bankalardaki döviz mevduatı için bankaların MB nezdindeki karşılık oranlarını artırarak bankaların döviz cinsinden kredi verme imkanını daraltmıştır.
Heterodoks iktisat politikasını geçmişte Latin Amerika Ülkeleri ve İsrail uygulamıştır. İçinde bulunduğumuz G 20 ülkeleri içinde bunu uygulayan ise sadece Brezilya ve Meksika olmuştur. Liberal ekonomi politikasını uygulayan Türkiye’nin küresel ekonominin bir parçası olarak dünyanın kabul ettiği bir ekonomi modelinin dışında ona uymayan bir modeli ılımlaştırarak uygulaması yani bunu da uygun olmayan koşul ve şartlar altında yapması hedeflenen sonuca kısa sürede ulaşılmasını engellemiştir. Çünkü bu heterodoks politikanın amacı şok tedbirler ile kısa sürede enflasyonu kontrol altına almak olup, uzun süre kullanılamaz ve devam ettirilemez.
Türkiye’nin diğer bir sorunu ise; iktisadi sorun ve problemler, iktisadi tedbirler ile çözülürken, ya da öyle olması gerekirken bunları son yıllarda siyasi tercihler ile çözmeye kalkması ve piyasa aktörleri ile ters düşmesi, onların da hükümeti ikna etme ve uyarma konusunda görevlerini tam olarak yapmamaları olmuştur. Bağımsız olmaları gereken ekonomi organlarına siyahi müdahaleler de ekonomik istikrar ve güveni zayıflatmıştır.
Sonuç itibari ile bu gün için hükümetin enflasyonu ve kuru kontrol etmekten ziyade büyümeyi ve istihdam artışını gerçekleştirecek bir politika uyguladığı gibi bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Hem de bunu belki de bu yıl Çin’den bile hızlı büyüyerek %9’un üstünde büyüme gerçekleştireceği bir durumda yapmak istemektedir. Hükümet siyaseten böyle büyük bir büyümeyi gerçekleştirmeyi riske atmak istememektedir. Pandemiye rağmen dünyanın en büyük ekonomilerini geride bırakarak (büyük ekonomilerin büyük oranlarda büyümeleri küçüklere göre zordur, dolayısı ile onları büyüm oranı olarak geçmek normaldir) en hızlı büyüyen birkaç ülkeden biri olmak siyaseten hele hele seçimlerin yaklaştığı bir dönemde feda edilecek bir imkân değildir. Bunu hükümet iktisaden de yapmak istememektedir. Çünkü pandemi nedeni ile tedarik zincirindeki kesintiler, ülkelerin özellikle bizim dış ticaretimizde önemli rol oynayan AB ülkelerinin tedarikçi olarak Çin gibi tek kaynağa ve kendisinden çok uzaktaki diğer Doğu Asya ülkelerine bağlı olmalarının riskini ve maliyetini ortaya çıkarmış ve kendilerine yakın bölgelerde yeni tedarikçiler aramaya yöneltmiştir. Türkiye’de bu fırsatı iyi değerlendirmiş ve bu ihtiyaca cevap vererek ihracatını özellikle sanayi ve tarım ürünleri bakımından artırmayı başarmıştır. (2021 de Türkiye’de Sanayi sektöründe baz etkisi ile de olsa %14.3, Hizmetlerde %8.9, Tarımda ise %2.9 artış olmuştur).
Ancak toplam talep çok fazla olduğundan imalat sanayinde üretici bunu şimdilik mevcut personele fazla mesai vererek kapasite artırımı yapmadan mevcut kapasite kullanımını artırmak yolu ile yapmayı tercih etmiştir.(Prf Selva Demiralp)
İlave kapasite için ise yüksek faizler ile yatırım yapmak istememekte ve bu durumun devam edip etmeyeceği hususunda da tam bir öngörüye sahip olamamaktadır. Hükümet için ise bu fırsatı iyi değerlendirip yatırımlar ile kapasite artırımını sağlayarak bu ihracat artışının devamını gerçekleştirmek bir şans olarak gözükmekte ve bu nedenle faizleri düşürerek yatırımları artırmayı, rekabetçi kur ile ihracatı artırmayı, kapasite artışı ile istihdam artışını gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Bunun diğer bir nedeni ise AB ülkelerinin Çin yerine başka tedarikçileri devreye sokmak için büyük miktarlarda anlaşma yapmak istemeleridir. Oysa Türkiye’deki fabrika ve tesislerin kapasitesi sınırlıdır. Bu nedenle ilave yatırım yapmak ve kapasiteyi artırmak bu imkândan yararlanmak için şart olmaktadır.
Bunlar açıkça söylenmese de bizde uyandırdığı intiba bu olup, bu gerekçede anormal gözükmemektedir. Diğer taraftan muhalefetinde baskısı ile, her ne kadar bütçe açığının bu yıl geçen seneye göre düşük olacağı planlansa da (Bütçe açığının Gsyıh’ya oranı 2020 de %3.4 iken ,Eylül ayında Hazine Bakanlığı 2021 de bu oranı hedef olarak %4.5 dan 3.5’a düşürmüştür. ) fakat içinde bulunulan enerji krizi ve artan fiyatlar karşısında hükümet faturalarda bazı vergi indirimleri yapmakta, asgari ücret ve emekli maaşı ayarlamaları yapmayı planlamaktadır. Bunlar kamu maliyesi üzerinde ve bütçe üzerinde ilave yük olup, içerde halkın satın alma gücüne katkı sağlayarak talebi artıracak unsurlar olmaktadır. Hele hele 2023 seçimleri öne alınırsa, seçim harcamaları ile enflasyonist süreç daha da ağırlaşabilecektir. İşte böyle bir durumda büyümeyi ve ihracat artışını öncelemek niyet ve prensip olarak iyi olmakla beraber, sonuçları itibari ile önümüzdeki günlerde hem enflasyonu düşürmenin bedelini artıracak hem de büyümeyi ters yönde etkileyerek durgunluk içinde enflasyon riskini artıracaktır. Hızlı büyüme iyi olmakla beraber iyi ayarlanamaz ise durgunluk ve resesyona neden olabilir. Bu geçtiğimiz yıllarda ABD de görülmüş olup, Çin sürdürülebilir bir büyüme için ortalama %10 büyümeden vaz geçerek soft landing ile büyümesini %7.6 ya düşürmeyi planlamıştır. Soğuk ekonomi halkı dondurduğu gibi aşırı sıcak ekonomide yakmaktadır. Bunun mutedil ve sürdürülebilir olması gerekmektedir.
Bu nedenle içinde bulunduğumuz günlerde %20’lere yaklaşan enflasyonun (Gelişme Yolundaki Ülkeler ortalaması %7.5 dur)daha fazla artmasına izin vermeden makul bir düzeye düşürmek, ileride bunun düşürmek için daha fazla maliyete katlanmamak için öncelikli bir husus olmaktadır
SONUÇ;
1951-2020 arasındaki 70yıl; 10 yıllık hareketli ortalamalara göre ve 20 yıllık 30 yıllık dönemler itibari ile incelendiğinde Türkiye’de enflasyon %7’nin altına düşmemiştir. Zaman aralıklarını azalttığımızda da ise 5 in altına indiği yıllar üst bölümlerde de açıklandığı üzere sadece 3 defa gerçekleşmiş, bunun 2’si ise 1960’lı yıllarda gerçekleşmiştir. 1960-69 dönemi ortalaması ise %4.8 olmuştur.
10 yıllık hareketli ortalamalarda ise enflasyonun en düşük olduğu süreçler 1951-60(%10), 1960-69(%4.8),1963-72(%10) ve 2002-2011(%10)dönemleri olmuştur.
1960-69 planlı ekonomi dönemi bir kenara bırakılarak, tarihsel süreç ve günümüzün imkân ve şartları dikkate alındığında, bu günkü liberal ekonomi politikaları ile siyaseten enflasyonu indirebileceğimiz nokta %8-10 bandı, büyük bedel ödeme ve halkın belli bir süre büyük sıkıntı çekme pahasına ekonomik olarak indirilebileceği nokta ise %6’lar seviyesi olarak gözükmektedir. Teorik olarak bunun altına da indirmek mümkün olmakla beraber bunun bedeli hem uygulayanlar hem de bu uygulamaya muhatap olanlar bakımından çok daha ağır olacaktır. Bu nedenle de siyaseten bunu yapmak mümkün görülmemektedir. Hatta bazen yapılmak istense bile bazı yapısal sorunları değiştirme çok uzun zaman alabilecektir. Ayrıca gelecek ile ilgili birçok belirsizlik ve risk mevcuttur. Her 10 yılda bir değişen yeni nesillerin harcama alışkanlığı ve üretim potansiyeli bugünden bilinmemektedir. Bu yüzden enflasyonu içinden çıkılmaz bir hale getirmemek için makul bir düzeye indirmek ve bunu hallettikten sonra rasyonel, piyasa ile çatışmayan, ekonominin tüm kesimleri için adil bir denge sağlayan, popülizmden uzak, istikrarlı bir siyaset ve ekonomi politikası mevcut tüm kaynaklarımızı seferber ederek sürdürülebilir bir büyüme patikası ve adil bir gelir dağılımını oluşturmak daha akılcı olacaktır.
ANCAAAK, BU SÖYLEDİKLERİMİ ÜÇ AŞAĞI BEŞ YUKARI HERKES BİLEBİLİR VE SÖYLEYEBİLİR. SÖYLEMEK KOLAYDIR, ANCAK YAPABİLMEK, İŞTE O ÇOKDA KOLAY BİR HUSUS DEĞİLDİR. ÇÜNKÜ EKONOMİ POLİTİKASI TERCİHLER ÜZERİNE OLUŞTURULUR, HER TERCİH İSE TERCİH EDİLMEYENİN KAYBI ANLAMINDADIR.YANİ HER KARARIN VE TERCİHİN BİR MALİYETİ VARDIR.
NOT; Bu yazı siyasi bir yazı değildir, herhangi bir tarafı yermek ya da desteklemeyi amaçlamamaktadır. Tarafsız olarak kendi görüş ve değerlendirmemize göre bir durum analizi mahiyetindedir.
12.22.2021 İstanbul